2010’lu yılların başları… Web 2.0 uygulamalarının geniş kitlelere yayıldığı, yeni medya devriminin yaşandığı yıllar. Sosyal medya platformlarının da yaygınlaşması ile Yeni Medya kavramının savunucuları olarak çıkıp sahnelerde yeni çağın devrimini savunduk. Bilgi artık demokratikleşecekti. Hiç kimsenin gücü gerçeği herkesin öğrenmesini engellemeye yetmeyecekti…
O zamanlar bizi ve ilgi alanlarımızı öğrenen algoritmalar ne güzel şeylerdi. Bizi tanıyor, zaman kaybına sebep olacak pek çok gereksiz içeriği bize göstermeden sadece ilgi duyduğumuz içerikleri önümüze çıkarıyordu. Ama nereden bilecektik ki bu algoritmalar bizi kendi yankı odalarımıza hapsedecek. Sadece küçük bir çemberin içerisinde dönüp durmaya başlayacağız. Hem de okuduğumuz bilginin gerçek olup olmadığını bilmeden.
Ben iPad alma sebebim Zite ve Flipboard’u sırf bu yüzden sildiğimi hatırlıyorum. Her girdiğimde benim ilgi alanıma göre haberleri seçen uygulama bir süre sonra beni küçük bir kelime bulut etrafına hapsetmiş, bu algoritmalar için optimize edilmiş ve manipüle edilmiş içeriklerin arasında kaybolmaya başladığımız hissedince takip ettiğim haber kaynaklarından geliş sıralamasına göre haberleri düşüren Google Reader ve sonrasında Feedly‘e geçiş yapmıştım. Ama bu algoritmalardan Twitter akışında, Facebook duvarında ve Instagram akışında kaçmak mümkün değildi.
Yeni Medya dediğimiz bu ortam bir yandan ücretsiz olarak kullanıcıları bir araya getirirken diğer yandan onları yönlendiren, bir şekle sokan kalıplar haline geldi. Ayakta kalmaları için reklam gelirlerine muhtaç bu platformlar dünyanın en zeki beyinlerini insanları daha fazla reklam tıklatmak için istihdam ederken diğer yandan kimi zaman bilerek isteyerek, kimi zaman da farkında olmayarak kullanıcılarını psikolojik olarak etkileyecek birer araç haline geldiler. Kullanıcılardan oluşan toplumlar sosyolojik olarak etkilendi ve bu gerçeklikten kopan, yankı odalarına hapsedilen kitleler birer parçası oldukları siyaseti, ekonomiyi, iş dünyasını da dönüştürmeye başladı.
İnternetin demokratikleşmesi hikayesi olarak başlayan web 2.0, 2020’li yıllara geldiğinde gerçeklikten kopmuş, post-truth çağında yaşayan kitlelerin yaşadığı, doğru ve gerçek bilginin ise çok derin süzgeçlerden geçtikten sonra elde edilebileceği bir mecraya evrildi. Reklam, daha çok reklam, çok daha fazla reklam. Distopik bir tablo çizerek moral bozma olmasa da amacım gelinen noktada hatalı akıl yürütme olarak tanımlayabileceğimiz safsatalar gündelik haber, iletişim kaynaklarımızın tacı haline geldi. Twitter duyar kasmaları, sözlük güzellemeleri, Baby Boomer Facebook ayar vermeleri derken hepimizin yaşadığı gerçeklik elimizdeki ekranların bize gösterdiği oldu. Elimizdeki ekranlar ise sadece yankı odalarımızı gösterdi.
İş hayatımı, alışveriş kararları, oturulacak semt seçimleri, oy verilecek partiler, evlenilecek insanlar bu sanal alemin zihnimizi manipüle ettiği şekilde etkilendi. İnsan beynini daha iyi tanıdıkça çok da rasyonel olmayan birer canlı olduğumuz ortaya çıktı. İşte bu parlak olmayan ortamda zihinlerini berrak tutabilenler, önüne gelen bilgiyi hemen tüketmek yerine önce kendi değerlerine göre ölçüp tartanların kazandığı, kalan kütlelerin ise kendi özgür iradeleri ile algoritmaların ve safsataların esiri olduğu bir çağdayız.
[…] (Safsata serisi: Önceki yazılar 1, 2) […]